Powered By Blogger

25 Kasım 2018 Pazar

PLATON'UN MAĞARA BENZETMESİ

     Platon, bu benzetmede elleri ve ayakları bağlı üç insanı sırtları mağaranın girişine gelecek biçimde mahkum konumda tasvir ediyor. Dışarıda yürüyen insanların ellerindeki cisimlerin duvara yansıması dışında başka herhangi bir şey göremeyen bu insanlardan biri kendini kurtararak dışarıya çıkıyor. Güneş ışığı gözlerini kamaştırıyor ve gördüğü cisimleri zihninde anlamlandıramıyor. Bu cisimlerin gölgeleri kendisine daha anlamlı geliyor ve gölgelere dokunmaya çalışıyor ancak bu denemeleri başarısız oluyor. Zamanla nesnelere dokunabiliyor, onları izleyebiliyor. Tabiri caizse bu aydınlanmanın getirdiği şaşkınlık ile bu bilgiyi arkadaşlarına anlatmak üzere mağaraya giriyor ve başlıyor anlatmaya. Arkadaşları dış dünyayla teması yüzünden delirdiğini sandıklarından, kendilerini serbest bırakmasına izin vermiyorlar ve orada öylece yaşamaya devam ediyorlar. Çünkü mutlular, tutsak kalmak onlar için problem değil ve yeni bir şey öğrenmek istemeyecek kadar korkaklar.
     Platon'un bu benzetmesi, filozofların insanları aydınlatmak için verdikleri çaba karşısında aldıkları sert ve aşırı tepkileri göstermektedir. Günümüzde çoğu insan içerisinde bulunduğu duruma öylesine alışmış ki, şartları kötü olsa bile bunu kendilerine bile itiraf edemiyorlar. Cehalet mutluluk demektir onlar için.
Toplumun yapı taşını oluşturan her birey kendisini geliştirmeli, donanım kazanmalı ve olabildiğince bilginin peşinde koşmalıdır. Gelişimin yolu budur. Birey olarak sadece kendi hayatımızdan sorumluyuz fikri bana göre her zaman doğru olmayabilir. Çünkü parça, asla bütünden bağımsız düşünülemez.


fotoğraf: https://www.google.com.tr/search?q=platon+ma%C4%9Fara+metaforu&source=lnms&tbm=isch&sa=X&ved=0ahUKEwiDsMW42O_eAhXCESwKHcSWDroQ_AUIDigB&biw=1366&bih=636#imgrc=XHMxScvNU0v0vM:
   

15 Kasım 2018 Perşembe

AFORİZMALAR

    
     "Dünyanın en büyük problemi, akılsız ve fanatik kişilerin kendilerinden son derece emin olması,          buna karşılık zeki insanların sürekli şüpheler içinde olmasıdır."

                                                                              Bertrand Russell


     ''Beğendiğiniz bedenlere hayalinizdeki ruhları koyup aşk sanıyorsunuz.''

                                                                                       William Shakespeare


     ''Eyleme dönüşmeyen arzu, ruh bozukluğuna yol açar.''

                                                                     William Blake


     ''Her zaman doğruyu söyleyin, ne dediğinizi hatırlamak zorunda kalmazsınız.''

                                                                                                               Mark Twain


     ''Rol yapamazsanız asosyal, uyumsuz ya da sinir hastası damgası yersiniz.''

                                                                                                           Emile Ajar


     ''İnsanın parası varsa çalışmak zorunda kalmaz, böylece zamanı satın almış olur. Bu kalan                     zamanda da kendini mutlu edebilecek şeyleri yapar; yani mutluluğu satın alır.''

                                                                                                              Albert Camus


     ''Hayat üç bölümdür: Dünyayı değiştireceğini sandığın, değişmeyeceğini anladığın ve dünyanın             seni değiştirdiğine emin olduğun.''

                                    Jean Paul Sartre


     ''Bazı insanların sırf normal olabilmek için olağanüstü enerji sarf ettiklerini kimse bilmez.''                                                                                                                                             Albert Camus 

 

     ''İnsanlar, özellikle onlara muhtaç olduğumuz düşüncesini kesinlikle kaldıramazlar.''

                                                                                                         Arthur Schopenhauer


     "İnsanın kendini berbat hissetmesi, mutlu olup olmadığına önem verecek kadar boş zamanı                  olmasından ileri gelir."

      George Bernard Shaw


     ''İnsanların yüzde doksanı yaşamazlar, sadece vardırlar."                                                                                                                                                 Oscar Wilde

25 Ekim 2018 Perşembe

28 YIL ANILARI-1

   
      Hayal kırıklıkları, öz eleştiriler, korkular, imkansızlıklar, varoluş sancıları, aşk acıları, sonu gelmeyen sorumluluklar, mutsuzluklar, hüzünlü anlar, dönem dönem de olsa hayvani ağırlıktaki işlerde çalışma ile geçen yıllar. Yokluk, umutsuzluk, eziklik, öz güvensizlik...
Peki hiç mi güzel şeyler yaşanmadı bu süreçte? Diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Elbette yaşanmıştır anlık güzellikler,mutluluklar, sevinçler, başarılar... Lakin benim ilgilendiğim şeyler bunlar değil sanırım. Çünkü güzel olan her şey sabun köpüğü misali yok oldular sonsuza dek bir daha hatırlanmamak üzere. Peki kötü anılara ne oldu diye soracak olursanız şunu söyleyebilirim ki hepsi çivi gibi kazındı beynime. Pek soğuk kış gecelerinde akşam vakti evde yanan odun sobasının etrafında  oturan aile fertlerinin büründüğü muhteşem sessizliğin, rüzgarın tüm şiddeti ve öfkesiyle intikam alır gibi tahta çerçeveli, macunu yer yer dökülmüş cama vuruşunun çıkardığı sesi daha bir duyulur hale getirmesi beni deli ediyordu, korkutuyordu. Bir de elektrikler kesik ise...
Aman Allah'ım! Hele bir de evin anne babası tartışıyor ise o karanlık ve soğuk gecede... Belki basit bir şey için tartışıyorlardı ama küçük bir çocuk bu durumdan etkilenirdi elbette.
Yanan mum hiç eksik olmazdı bu gecelerde ve adeta bir sistematik temele oturmuş gibi her rüzgarlı ve elektriklerin kesildiği gecelerde bu rutin öylece devam ederdi. Bu anlarda sessizliği bozmak için saçmaladığım şeyler olurdu ve bazen işe yarardı.
     Kedileri çok severdim öyle ki eve alır, beslerdim ve karşılığında onlar da benimle oynardı yerde yuvarlanır bir şekilde yukarıdan uzattığım ipi patileri ile yakalamaya çalışarak. Evin annesi pek sevmezdi kedileri. Yine o iğrenç gecelerden birinde evi kirlettikleri gerekçesine sımsıkı sarılarak dışarı attığı kedimin ağlar gibi miyavlaması beni uyutmamış idi ve ben kulaklarımı kapayarak uyumak zorunda kalmıştım. Ah zavallı! Kim bilir ne soğuktu o gece ve çok korkmuştu sevgili kedicik. Üzgünüm.
     Artık rüzgar, şiddeti ne olursa olsun, öfkesi ne kadar çok olursa olsun pencerelerden içeri sızamıyordu. Büyümüştüm ve evimin pencereleri sağlamdı. O gece bilinçaltıma öylesine yerleşmişti ki soğuk kış günleri bana o zamanları hatırlatıyor halen. Hele bir de elektrikler kesik ise...